Skip links

“KÜLTÜRLERİN YAKLAŞMASI DEVLETLERİN ANTLAŞMALARINDAN DEĞERLİ”


Akordeon ustası, halk müziği araştırmacısı Muammer Ketencoğlu; Rebetiko, Batı Anadolu folklorü ve Balkan müziğinin en tanınmış isimlerinden biri

Akordeon ustası, halk müziği araştırmacısı Muammer Ketencoğlu; Rebetiko, Batı Anadolu folklorü ve Balkan müziğinin en tanınmış isimlerinden biri. Ömrünü, farklı coğrafyaların müziklerini, halk kültürlerini öğrenmeye adayan Ketencoğlu, geride bıraktığı 6’sı solo, 10’u antoloji olmak üzere, toplam 16 albümün ardından ilk beste albümünü çıkardı yakınlarda. ‘Gezgin’ ismini taşıyan albüm geniş bir coğrafyada iz sürüyor. Balkanlardan Brezilya’ya, farklı kültürlerin müzikal tavırlarını yansıtan besteler bulunan ‘Gezgin’ çok farklı ve özel bir yerde durmayı hak ediyor. Ketencoğlu’nun halk müziği formlarında bestelerini bizlerle paylaşmak için 16 albüm beklemeyi uygun görmesi, gelenek karşısındaki samimiyetinin ve özeninin bir ölçüsü olarak anlaşılmalı sanırım. Pazardan alış veriş yapar gibi; farklı kültürlerin müziklerini özensizce sepetine doldurmaya çalışan “projeci” world müzik akımı karşısında Muammer Ketencoğlu’nun akordeonuna kulak vermekte fayda var kanımca. www.muammerketencoglu.com da -benim bilebildiğim- bir müzisyen tarafından inşa edilmiş en kapsamlı ve nitelikli web sitesi. Kendisi her dinleyicisine yanıt veriyor, tek tek ilgileniyor, benden söylemesi.

Çok özel ve kişisel bir albüm olmuş. Sanki evde kendiniz için yaptığınız şarkıları gizlice dinliyor duygusuna kapılıyor insan. Şarkıların altındaki kısa açıklamalar da çok etkileyici. En klasik yerden başlayıp, ‘Nasıl doğdu albüm?’ diye sormak istiyorum. Yalnızca bu albüm için değil, bütün çalışmalarımda temel aldığım şey içtenlik. Bu ilk beste albümüm. Bu besteler, bir bestecinin kişisel duygulanımlarıyla, hayatıyla doğrudan bağlantılıdır. Benim şarkıların altına koyduğum notlar da çoğu zaman kişisel notlardır. Benim tarihimin belirli evrelerini anlatan notlar onlar. Dinleyiciyle aramda hiç bir duvar koymama anlayışına dayalı bir samimiyeti yansıtmaya çalışıyorum.

‘Gezgin’ dünyanın her tarafından geleneksel müziklerle ilgili yaptığınız çalışmaların neresinde?

Devamı olarak kabul edilebilir. Çünkü Gezgin’de birçok gelenekten izler içeren parçalar var. Anadolu temaları, Yunan müziği çıkışlı temalar, Balkan, Kuzey Bulgaristan, çağdaş Çingene teması ve bu albümde çok uç bir örnekmiş gibi gözüken ama benim dünyanın her tarafından geleneksel müzikleri kucakladığımın kanıtlarından biri olarak; bir tane de Brezilya teması. Dünyayı bir albümle kucaklamak, bir albümle sarıp sarmalamak mümkün değil. İlk beste albümümde içime doğan, ilk yapmak istediğim tınılar bunlarmış. Birinci ölçütüm samimiyetse, ikinci ölçütüm de müziğe çok kültürlü yaklaşımımı içeren, günlük politik hayatta yaşadığım gerçekliğin bir sonucu olarak, bugünümün ve geçmişimin on beş şarkıya sığmış bir özeti diyebiliriz bu albüme.

‘Çok kültürlü müzikal gerçek’ten kastınız nedir?

Ben çocukluğumdan bu yana belli bir yere saplanmadım. Ege’de doğmama, Ege temalarının beni çok etkilemesine karşın onunla yetinmedim. Çocukken dinlediğim radyolarla başlayarak adım adım geniş bir çember oluşturarak, dünyanın her tarafından halk müzikleriyle ilgili araştırmalar yaptım. Bu, üniversite yıllarımdan itibaren bilinçli olarak peşinde koştuğum bir tutkuydu. Sabah uyandığım zaman kim bilir o gün dünyanın neresinden duyduğum bir müziği dinleyerek başlayacaktım o güne. Üç-beş ay İrlanda müziği dinleyip, İrlanda müziği ile ilgili proje yapanlar var mesela. Benim durumum böyle değil.

BATI ESKİDEN SÖMÜRDÜĞÜ ÜLKELERİN MÜZİĞİNİ İÇİNE ALMAYA ÇALIŞTI

World müzik (dünya müziği) adında bir kavramlaştırma var; herhalde bahsettiğiniz projeler bu kavramın örnekleri… World müzik denen kavramın arkasında Batıdaki müzik tarihiyle bağlantılı bir gerçeklik var. 1990’lara kadar Batı kendini rock ve popla idare etti ama sonra bu temel akımlar kendini tekrar eder oldu. Batı, vakti zamanında ekonomik değerlerini sömürdüğü Doğu’nun ya da az gelişmiş dünyanın kültürünü, müziğini kendi içine sığdırmaya çalıştı. Fakat, son derece iyi niyetli, titiz çalışılmış örnekler de var. Ama kabaca dünya müziği dediğimiz zaman eninde sonunda ticari amaçlar taşıyan bir kavram ortaya çıkıyor. Bizim gibi müzisyenlerde içten gelen bir tutku var, bir sevgi var halk müziğine karşı ve ona zarar vermeme kaygısı çok yüksek. Şu ana kadar yaptığım geleneksel müzik albümlerinde de göreceli bir çağdaş yaklaşımda bulundum ve çok dikkatli oldum. O müziğin temel dokusunu bozmamaya çalıştım. Sentetik bilgisayar altyapılarıyla asla yakınlaştırmadım. Halk müziğinin o kendiliğinden içtenliğini yapabildiğim ölçüde korumaya gayret ettim. Dünya müziği kavramından, evriminden çok uzakta duruyorum.

Brezilya’ya kadar uzanan müzikal bir iklimde uğraş verirken “kaybolmak” da olası değil mi?

Kısa zamanda iki şey anladım doğrusu. Bir tanesi iyi bir akordeoncu olursanız dünyanın her tarafından müzikleri yorumlayabilirsiniz. İkincisi, dünya o kadar büyük ki mutlaka uzmanlaşmanız lazım. Ben de daha çok Balkanlar, Anadolu ve Kafkaslar ağırlıklı olarak sınırladım kendimi. Ama yine de dinleme düzeyinde, araştırma düzeyinde dünyanın her tarafından müziklere kulağım açık. Bu konuda son derece aç gözlü olduğumu itiraf etmek zorundayım. Eğer alanımı bugünkünden daha geniş tutsaydım kesinlikle kaybolurdum.

HER MÜZİSYENİN BİR ÇELİŞKİSİ VAR, BENİMKİ DE AKORDEON

Akordeona gelmişken, bir taraftan geleneksele çok bağlı birisiniz, diğer taraftan akordeon batı enstrümanı. Burada nasıl bir durum ortaya çıkıyor?

Her müzisyenin bir çelişkisi vardır, bu da benim çelişkim. Bu saatten sonra olabildiği kadar iyi yapmaya gayret ettiğim bir işi bırakıp başka bir işi yapmam. Bağlama çalsaydım o zaman Bulgar ya da Kafkasya müziği çalamayacaktım. Bütün enstrümanların sınırlayıcı bir tarafı vardır. Geleneksel müzik içinde ilgilendiğim alanlarda Balkanlarda ve Kafkasya’da akordeon başat bir çalgı, tartışılmaz. Anadolu müziği içinde de belli bölgelerde akordeon var. Anadolu ezgileri seslendirirken benim en çok dikkat ettiğim şey; makamlar. Sınırlı da olsa belli makamları akordeonla çalabilirsiniz. Ama şu ana kadar çalınmamış, insanımız bu türküleri daha çok bağlamayla dinlemeye alışmış. Benim uzmanlık alanım olan Ege’de de akordeon geleneği yok. Ama ben burada çok dikkatli bir yaklaşımla bu müziğin içine doğru makamları seçerek, yakışan örnekleri seçerek akordeonu yerleştirmeye çalışıyorum. Ama Anadolu dışında kocaman bir müzik denizi akordeonla beni bekliyor zaten.

BİR TÜRKÜNÜN YAŞINI SAPTAMAK ÇOK GÜÇ

Müzikal araştırmalarınızı arkeolojik kazıya benzetmek mümkün olur herhalde…

Arkeologlar, taşların, fosillerin kaç yıllık olduğunu türlü yöntemlerle üç aşağı beş yukarı çıkartabiliyorlar. Ama bu halk müziğinde genellikle kolay değil. Birçok türkünün yaşını saptamak çok güçtür. Kayıt dediğimiz olgu 1900’lü yılların başlarında başladı. En eski kayıt 1900’lerin öncesine gidemiyor. Notayı müzisyenin önüne koymanız da yetmiyor, çünkü önemli olan notadan çok üsluptur. Toplum müzikle ne kadar haşır neşirse, günlük hayatının içine girmişse, o kadar eksiksiz o kadar çok sayıda ve o kadar aslına sadık aktarılıyor. Ama müzik geleneği toplumun dokularına işleyememiş bir toplumda yaşıyorsak -birazcık ben Anadolu’muzu öyle görüyorum- o zaman daha güç işiniz. El yordamıyla gidiyorsunuz.

ESKiDEN TÜRKÇE OLMAYAN MÜZiKLERE HOŞGÖRÜ AZDI

Farklı halkların müziklerini söylemek konusunda sansür, baskı gibi sorunlar yaşadınız mı?

Benim başıma bir kaç örnek geldi bu konuda. Bunların temel nedeni milliyetçilik. Bir göçmen mahallesinde konserimiz yarıda kesildi. Boşnaklar Arnavutçaya tahammül edemiyor, Arnavutlar Sırpçaya… Türkler Türkçe olmayana tahammül edemiyor. Eskiden daha katıydı. Şimdi insanlar birbirine daha yaklaştığı, yasakların çok fazla hükmü kalmadığı için bu eski olaylar artık yok. Mikro milliyetçilik türlü düzeylerde devam etse de, insanlar birbirini anlamaya daha eğilimli, kafalardaki ön yargılar geçmişe göre daha az. Müziğimizi eskiye göre çok daha rahat bir şekilde veriyoruz. On-on beş sene önce, farklı dillerden şarkılar söyleyen müzisyenler olarak çok yalnız kalıyorduk. Konserlerimiz daha küçük bir kitle tarafından izleniyordu. Şimdi internetle bağlantılı olarak yönetim mekanizmaları eskisi gibi güçlü değil. Dolayısıyla herkes kendi sistemini bir şekilde kurabiliyor.

Kürtçe söylemenin tepki almasına çok daha alışkınız ama adı göçmen mahallesi olan bir yerde milliyetçi eğilimlerle karşılaşmak hayli enteresan…

Türkiye’ye sonradan gelmişler ama ‘Dostumun düşmanı benim de düşmanımdır’ mantığıyla hareket edebiliyorlar. Genel olarak Türkçe olmayan müziklere yakın zamana kadar anlayış ve hoşgörü çok daha azdı. Üstelik o diller, ana dilleri birçok göçmenin. Daha çok Türkçe duymak istiyorlardı. Şimdi bu konuda biraz daha hoşgörülüler.

Bu tür milliyetçi eğilimlerden nasıl korudunuz müziğinizi?

Baştan beri Balkanlarda yaşayan herkesi kucaklamaya çalıştım müziğimle. Konserlerde repertuvarın çok dengeli olmasına özen gösterdim. Kosova savaşı devam ederken okullarda Arnavut ve Sırp şarkılarını birleştirerek çaldım ama müzikal açıdan da yakışması koşuluyla tabii. Böyle yaklaşmasam, bir tarafa daha çok yüklensem bana çok aykırı bir şey olurdu. Belki bu yüzden bugün Balkanlardan göçen toplum içinde bir türlü şarkılarımı tam olarak dinletemedim. Yaptığımız müzikle eski günleri onlara hatırlattığımızı, çok yoğun duygulara sürüklediğimizi söyleyen çok fazla sayıda göçmen insanla da tanıştım. Medya bizim gibi müzisyenlere çok fazla yer vermediği için halk müziği yaptığımız halde halkın uzağındaymış gibi gözüküyoruz.

ŞiMDi GAVUR iZMiR’i KUCAKLAMA ZAMANI

“Gavur İzmir” meselesini de sormak istiyorum. Küfür olarak gören de kendini savunmak zorunda hisseden de aynı milliyetçi kafada sanki… Üçüncü bir şık da var aslında. İzmir’in -vakti zamanında da olsa- çok kültürlü yapısıyla övünen, o yapının hayatın ta kendisi olduğunu söyleyen bir düşünce biçimi de var. Ben onlar gibi düşünüyorum.

Gurur duyulacak bir şey yani değil mi?

Bundan rahatsız olmaya gerek yok. Dediğin gibi bunu söyleyenle rahatsız olan aynı kapıya çıkar. Böyle bir şehirde doğup büyüdüğüm için, kendi adıma onur duyarım bundan. Yeri gelmişken İzmir Hatırası’nda yazmıştım, şimdi Gavur İzmir’i kucaklama zamanı diye.

Şimdilerde Yunan paranoyası çok kalmadı. Şarkıların kardeşleşmek için, bir takım önyargılardan kurtulmak için bir tesiri oluyor mu?

Olmaz mı? Devletlerin anlaşmaları veya anlaşmamaları değil, en büyük etki kültürde gerçekleşen beraberliktir. Kültürün birbirine yaklaşması, dolayısıyla insanların birbirini daha iyi anlamasıdır. Şarkılarımız şarkılarınız, şarkılarınız şarkılarımız olduğu zaman dünya daha bir başka olacak diyorum hep. Şarkıların içimize alınması, insanların içimize alınmasıyla bağlantılıdır. Barışa şarkı söylüyoruz, mücadelemizi müzikle yapıyoruz. Sanat çok güçlü bir alan, çünkü doğrudan kalbe sesleniyor, diğer yandan da karşı güçler silahlı. O silaha karşı biz ne yapabiliriz?

BENCE ROMANLAR ÇOK HÜZÜNLÜ BİR TOPLUM

Balkan müziğinde ortak bir karakter var mıdır?

Balkan müziğiyle ilgili genel imaj coşkulu müzik olduğudur. Bu hem doğru, hem yanlış. Bosna’da veya Romanya’da son derece ritmik yürüyen bir melodik altyapının üzerine, son derece hızlı bir ritim devam eder ama üzerine çok hüzünlü bir türkü okunur. Dolayısıyla onun için ne hüzünlü diyebilirsiniz, ne coşkulu, iki duygu birlikte vardır. Balkan müziğiyle ilgili yine son derece yanlış imaj, Goran Bregoviç’in müziğiyle Balkan müziğinin tümünün özdeşleştirilmesi. Goran Bregoviç’in yaptığı müzik, Sırbistan ve Makedonya’daki Romanların müziğini temsil eder büyük oranda. Oysa hem çalgı itibariyle hem melodik farklılıkları itibariyle Balkanların her tarafında bambaşka müzik örnekleri var. Bırak ülkeden ülkeye, o ülkenin içinde bölgeden bölgeye çok büyük değişiklikler var.

Sahne ve eğlence müziği gibi algılanır Balkanlar, Trakya… Çingenelerin varlığı mı bu algıyı güçlendiriyor?

Çingeneler ağırlıklı olarak beraber yaşadıkları toplumları eğlendirerek hayatlarını kazanıyor. Ama kendi hayat tarzlarında bence Romanlar da çok hüzünlü bir toplum. Sonuçta arabesk müziğin ya da Türkiye’deki popüler müziğin icracılarının başında yine Roman müzisyenler geliyor. Oynatanı da onlar çalıyor, arabeski de. Dolayısıyla Trakya müziğinin, Balkan müziğinin ve Çingene müziğinin yalnız eğlenceden ibaret olduğunu düşünmek olayları bir yere hapsetmek gibi olur.

Çingene müziği diye bir şey var mı?

Tabii ki var… Çingeneler beraber yaşadıkları toplumun müziğini yapıyorlar ama kendileri de müziğe çok düşkün bir toplum. Bütün Balkanlarda, Avrupa’da Çingenelerin yaşadığı her yerde kendi müzikleri de var. Türkiye’de her ne kadar Çingenece konuşmuyorsalar da mesela Keşan’da Çingeneler kendi aralarında yaptıkları düğünde başka şey çalıyorlar, Türk düğününe gittikleri zaman başka şey çalıyorlar.

Evrensel Gazetesi, 27 Haziran 2010
Söyleşi: Devrim Büyükacaroğlu