Skip links

Gezgin Hayatım Somut Bir Ürüne Dönüştü

Bir define avcısı gibi farklı coğrafya ve etnik gruplardan müzikler derleyen Muammer Ketencoğlu, ‘İzmir Hatırası’ndan iki yıl sonra yeni albümü ‘Gezgin’le geldi. Derlemeleri demlenmeye bırakan Ketencoğlu, bu kez kendi besteleriyle çıkıyor karşımıza. ‘Gezgin hayatımın somut ürünü’ dediği albümde sanatçı, rebetiko’dan sirto’ya, Rus şehir müziklerinden Çingene müziğine uzanan bir seyahat vaat ediyor dinleyicilerine.İlk defa kendi bestelerinizi dinleyici ile buluşturdunuz. ‘Gezgin’, önceki albümlerinizden farklı bir yerde duruyor mu, yoksa onların devamı sayılabilir mi?

Aslında benim yaptıklarımın devamı diyebiliriz. Bugüne kadar geleneksel müzikle ilgili ne yaptıysam onun öznel bir devamı. Beslendiğim geleneklerden bende kalanları duyarlılığımla birleştirerek oluşturduğum bir albüm bu. Aslında dinleyen insanlardan ‘daha modern bir şey bekliyorduk ama adeta senin bugüne kadar yaptıklarının bir özeti’ gibi tepkiler aldım.
Farklı coğrafyaların geleneksel müziğini günümüze taşırken modernlik bu ezgilere ne kadar sızıyor?
Bir tarafta saf geleneksel müziğin katıksız örnekleri yine asıl sahiplerinden, halktan kaydettiğim gibi derliyorum. Hem Türk geleneksel müziğinden hem de dünya geleneksel müziğinden öğrendiklerimi sunuyorum. 21. yüzyılda yaşayan müzisyenler olarak saf geleneği bugün üretemeyiz.

Gezgin’de hangi coğrafyaların tınılarına doğru bir gezinti var?
Albümde iki tane sözlü, on iki tane enstrümantal ve bir tane de taksim eser var. Bu ezgilerde en başta Türk müziği temaları yer alıyor. Gül Kokusu, bestesi bana sözleri eşime ait bir parça var; Rumeli ezgilerini taşıyor. İstanbul Sirtosu, adı üstünde form olarak bir sirto; bir belgesel için yapmıştık. Anadolu müziğinden sonra en çok ilgilendiğim müzik türü Yunan müziği. Ta Helidonia parçası da, Gül Kokusu’nun Yunancası zaten. Arkadaşım George Kordellas parçayı çok beğendi ve söz yazmak istedi. Türkçe sözlü bir rebetiko olan ‘Hani Benim Mor Menekşem’ de albümde yer alıyor. Türk-Yunan bağlantılı kabul edilebilecek ‘İç Acısı’nı Cengiz Onural’la birlikte yaptık. Cengiz beni otobüs durağına bırakıyordu. Mırıldanırken birbirimizi tamamladık ve bu parça ortaya çıktı. Baboçka Valsi, Rus şehir müziğine gönderme; Köstence Özlemi de Romanya’daki çağdaş Çingene müziğine bir örnek sayılabilir. Kısacası, 25 senedir müzikal düzeyde gerçekleştirdiğim gezgin hayatım bu CD’de somut bir ürüne dönüştü.

Siz her ülkenin müziğine kulak kesiliyor musunuz?
Dünya kocaman, bırakın dinlemediğim ülke müziklerini dinlediğim birçok ülke müziğinin de hemen hemen hiç bilmediğim bölgeleri var. Geleneksel müzik çok büyük bir okyanus. Tabii geçmişle kıyaslanınca bugün internet sayesinde çok daha fazla bilgiye ulaşabiliyorum.
Konsere gittiğiniz zaman Balkanlar’da sizi kendi sanatçıları olarak mı kabul ediyorlar?
Eskiden İrlanda müziği çalardık, bugün de başka ülkelerden çalıyorum. Ama Balkanlar benim esas uzmanlık alanım ve gittiğim her yerden çok olumlu tepkiler alıyorum. Yunanlı bir dinleyicim benimle konuşmaya başlayınca mutlaka Yunanca konuşuyor. Oysa ben Yunanca, “Yunanca bilmiyorum sadece şarkı söylemeyi biliyorum” diyebiliyorum. Arnavut bir akordeon hocamız var, benim için “Arnavut müziği çaldığı zaman bir Arnavut, Bulgar müziği çaldığı zaman bir Bulgar, Makedon müziği çaldığı zaman bir Makedon” tanımlamasında bulunmuştu. Benim için çok gururlandırıcı bir ifadeydi. Tutkuyla bağlandığım müzikleri dinleyicilere sevdirmek, dinleyenlere o otantikliği çağrıştırmak çok özel ve güzeldi benim için. Konserlerde de bütün Balkanlar’dan çok olumlu tepkiler alıyorum.
2002’de Teoman’la sahne aldıktan sonra rockçılar sizi dinlemeye başladı mı?
Valla onu ölçemiyorum ama çok bir şey değişmedi gibi geliyor bana. Gençler çok sıcak karşıladı ama sonuçta ben orada Teoman’ın müziğini çaldım. Bizim mücadelemiz eski yıllarda çok yavaş geliyordu; şimdi internet teknolojisi ve medyanın belli kesimlerinde yaptığımız işe değer veren insanlar, dinleyici kitlemizi artırdı. www.muammerketencoglu.com adresinden dinleyenlerle yazışıyorum. Biz protokol sanatçısı değiliz, ulaşılabilen sanatçılarız.

Dizi müzikleri de sizi yeni bir kitle ile tanıştırdı…
Dizi müziklerine katkım oldu, insanlar akordeon sesine aşina oldu. Elveda Rumeli dizisinin bu konuda ciddi katkısı olduğunu hissediyorum.
20 yıldır oluşturduğunuz bir kütüphaneniz var. Bu kütüphaneden kimler faydalanabiliyor?
En başta benim ürettiklerimle seyirciye yansıyor. Ben arşivimdeki bilgilerimi repertuvarımla dinleyiciye ulaştırıyorum. Yalnızca albümlerle değil radyo programım sayesinde de dinleyicilerime bu bilgileri ulaştırıyorum. Her çarşamba ‘Tuna’nın Beri Yanı’ diye Açık Radyo’da program yapıyorum. Ama fizikî olarak kütüphaneme kimseyi dokundurmam.
Kederli Akordeon diye bir parçanız var. Akordeonunuz genelde kederli midir yoksa neşeli mi?
Günden güne değişir. Akordeon ağır bir çalgı, performansı korumak için bol bol egzersiz yapmak gerekiyor. Egzersiz yaparken de elleri açmak için hızlı temalar çalmak gerekiyor. Ama keyfi çaldığımda o günkü ruh halime göre çalıyorum.